Söyleşiler ve Söylem Analizi Çalışmaları
Mahmut Makal ile Sözlü Tarih Çalışması
Hazırlayan: Tekin Deniz
Tarih: 7 Nisan 2014
Yer: Ankara
"Bildiğiniz üzere önümüzdeki 11 Mayıs büyük öykücümüz ve büyük şairimiz Sait Faik Abasıyanık’ın 60. ölüm yıl dönümü. Bu söyleşi ile amaçlanan; Sait Faik ile ilgili ansiklopedik bilgiler vermekten ziyade onu bizzat tanımış, kendisiyle sohbet etmiş ve bütün bunlardan öte yaşadığı dönemi ve o günün edebiyat havasını, çağının tanığı olan dostlarından dinlemek ve Sait Faik’in sizdeki yerini elimizden geldiğince izniniz dâhilinde not tutmaktır. Siz, ömrünüzün neredeyse tamamını bu ülkenin gelişmesi ve aydınlanması uğruna adadınız. Bize bıraktığınız eşsiz miras için ne kadar teşekkür etsek azdır. Yazdıklarınızı okuyan pek çok genç dün olduğu gibi bugün de sizden ve sizin yapıtlarınızdan önemli dersler çıkarıyor. Eminim bu söyleşi sonunda aktardıklarınız bize olduğu gibi bizden sonraki nesillere de ışık tutacaktır." (Tekin Deniz)
…
Tekin Deniz: Sait Faik hakkında “kökü kendinde olan bir öykücü” tanımlaması yapılıyor. Sizce Sait Faik, Türkçe’de kendinden başka kimdir? Size çağrıştırdığı bir ressam, sporcu ya da müzisyen var mı?
Mahmut Makal: Sait Faik’in ya da sanatçının etkilendiği kaynağı bir kişiye indirgememek lazım. Okuduğu kitaplardan ve çevirilerden etkilenmiştir büyük ölçüde. “Etkilenmemek” diye bir şey olabilir mi? Mutlaka etkilenmiştir. Bu etki durumu daha sonra başkalarının da etkilenebileceği özel bir kaynak yaratır. Okuduğu, düşündüğü şeylerden etkilendi.
T.D.: Sait Faik’in çevirdiği bazı eserleri kendi adıyla yayımladığına dair yazılar okumuştum. Bu konu da neler söyleyebilirsiniz.
M.M.: Sait Faik’in başka kitapları çevirip kendi adıyla yayınlamasına ihtiyacı yoktu, lâkin bazı yazarlar maalesef bunu yapmıştır. Benim de çok iyi bildiğim birkaç yazar var böyle ama şimdi isimlerini vermeyeyim. İnsan oturur, onu yapana kadar kendi bir şeyler yazar. Daha tatlı olur. Nurullah Ataç çalıntı yapanlarla alay ederdi. Karacaoğlan’ın dizelerini değiştirir alaylı maniler söylerdi “…incecikten bir yazar gezer telif telif diye”
T.D.: Sait Faik ile tanışmanız nasıl oldu? Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Mustafa Üste ile bir fotoğrafınız var. Bize o günü ve o fotoğrafın hikâyesini anlatabilir misiniz?
M.M.: İhsan Ada. Gazeteci. O dönemki Vatan Gazetesi’nin yazı işleri müdürü. Onun aklına geldi. Telefon etti, beni aradı. Bu fotoğraf 1952 senesinde çekildi. Burgaz Adası’nda ben, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Mustafa Üste ve Sait Faik birlikte çay içtik, sohbet ettik. Fotoğrafı kimin çektiğini bilmiyorum. Hatta böyle bir fotoğrafın olduğunu da bilmiyordum. Bir gün bana posta ile geldi. Bu fotoğrafın orijinalini Adana’da bir dergi istemişti de böyle bilgisayarlardan kopya yapılıp bir örneğinin gönderilebildiğinden haberdar olmadığımız için, biz de elimizdekini göndermiştik, ama fotoğrafın kendisi dönmedi bize. Güzel bir gündü.
T.D.: Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin Mart–Nisan 1957 tarihli 62. sayısında, 1957 tarihli Sait Faik Hikâye Armağanı’nın adil şekilde dağıtılmadığına işaret ettiler. Bu dosyada aynı zamanda sizin de adınızın geçtiği bir soruşturma yapılmıştı. Siz o soruşturmaya “…ödül Özcan Ergüder’e verilmeliydi” diyerek katılmışsınız. O soruşturmada Varlık Yayınları’nın bir edebiyat tekeli kurduğundan ve Sait Faik’in anısına haksızlık edildiğinden bahsediliyor. Yaşar Nabi ile Sait Faik’in arası nasıldı?
M.M.: “Yaşar Nabi telif hakkı ödemez” denirdi. “Yazarları sömürür” diye konuşulurdu. Yaşar Nabi, Bâb-ı Âlî’de telif haklarını en çok koruyan kişidir. “Sait Faik’i sömürdü” diyenler onu en çok sömürenlerdi. Yaşar Nabi, kültür bakanlığı yapmamıştır ama bu ülkeye pek çok bakanın yaptığından daha fazla hizmeti olmuştur. Yayınladığı kitaplardan herkese gönderirdi. Müsveddesini alınca İş Bankası yoluyla yazarın hakkını gönderirdi. Kitabın henüz çıkmadan telif hakkını alırdın. Ben, eşe dosta çok kitap imzalar dağıtırdım. Bugün böyle bir şey yok tabiî. Şimdi yayıncaya “kitap lazım beş, on tane gönder” diyorsun. Bugün bile; “Ben Yaşar Nabi değilim” diyor. “Biz bazı kapıları kitapla açıyoruz” derdim, Yaşar Nabi hemen bana yüz kitap gönderirdi. Türkiye’de namuslu insan fazla iş yapamıyor maalesef. Meselâ Vedat Günyol çok namuslu bir avukattı, ama mesleğini icra edemedi. Yaşar Nabi, Sait Faik’i severdi. İyi de bir yazardı. Ahmet Arif Yaşaroğlu, Yaşar Nabi’nin Türkçe öğretmeni; “Çöpe atardım yazdıklarını” demişti bir gün. Bunlar iyi insanlardı. Yaşar Nabi, Sait Faik’i severdi. Eserlerine gereken kıymeti verirdi.
T.D.: Ece Ayhan’dan, Sait Faik ile Orhan Kemal arasında geçen bir anı okumuştum. Kimden aktarıldığına dair bir bilgiye de ulaşamadım. Ece Ayhan, “Aynalı Denemeler” isimli kitapta diyor ki; “Biraz haksızlık edildi adama. Yapayalnız bırakıldı. Bir gün Nisuaz’da bir grup adama bir şeyler anlatmak ister. Aslında edebiyat çevrelerine pek girmezdi ama, o gün orada işte. Orhan Kemal de orada… Orhan Kemal, Sait Faik konuşmak isteyince şapkasını çıkarıyor, Orhan Kemal köylü kökenli olduğu için kapalı yerde şapkayla oturur, köylüler kapalı yerde şapka çıkarmaz ya evet bu sefer şapkasını çıkarıyor, “Sen şapkama anlat” diyor, kendi konuşmasını sürdürüyor. Sait Faik dövünerek çıkıyor. Bir şey de yapmıyor. Horlandı.” Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
M.M.: Orhan Kemal, çok kibar, çok beyefendi biriydi. Bu bana biraz uydurma bir olay gibi geldi ;daha çok bir fıkra gibi.. Orhan Kemal, Sait Faik’i çok severdi. Esasında Sait Faik’i herkes severdi. O da içi insan sevgisi ile dolu biriydi. Namuslu, dürüst bir insandı. Sait Faik horlanmadı, yalnız bırakılmadı. Değişik bir insandı. Güzel yaşadı bu değişikliği. Ben Sait’i çok sevdim. Hikâyelerini de çok sevdim.
T.D.: Sait Faik’in ölümünün ardından edebiyat çevrelerinde ne gibi tartışmalar oldu? Sait Faik üzerine fikir ayrılığına düştüğünüz dönemin önemli tanıkları kimlerdir.
M.M.: Nurullah Ataç. Kendisi ile bir imza gününde karşılaşmıştık. Sait Faik’i yeni kaybettiğimiz için sözü Sait Faik’e getirdik. “Sait Faik iyi yazardı ama eserlerini Fransızcaya çevirdiğimizde bir şey kalmaz” dedi. Ben bu düşünceye katılmadım. Nurullah Ataç’a üç konu da katılmadım ben. Biri buydu. Diğer ikisi ise “Devlet çalışmasıyla köy kalkınmaz, illâ gökten bir kuvvet inecek” dedi. Üçüncü mesele ise ben öğrenciyken Ankara’da bir şiir gecesi düzenledik. Müdüre hanımdan toplantıyı Ataç ile açmasını rica ettim. Onu bekliyoruz. Gelmedi. Ne yapacağımı şaşırdığım anda geldi, salonda 500 – 600 kişi var, “aralarında Mehmet Akif’i şair sayanlar var!” dedi. Bu düşünceye hiç katılmadım. Mehmet Akif bal gibi de halk şairiydi. Keşke bütün dinciler Mehmet Akif gibi olsa. Çöp konteynırında öldü oğlu. Doğru düzgün bir paltosu bile yoktu adamcağızın. Kendisine verilen ödülleri geri çevirirdi. Hepsi belgeli. Isparta’daki “Demet” dergisinde “Ataç ile ayaküstü” adıyla yayımlandı bu olaylar. Ataç’ı severim. Bazen atışırdık. Ataç çok sinirliydi. Sait Faik de birazcık asabiydi.
T.D.: Sait Faik’e yöneltilen belli başlı eleştirilerden biri de; Anadolu köylüsünün durumunu öykülerinde yeterince anlatmaması, onların sorunlarına yeterince değinmemesi olarak gösteriliyor. Buna karşılık başka bir grup da Sait Faik’in öykülerinde gerçeküstü bir dil üzerinden, farklı bir kapalı anlatımla ülkenin doğusunun veya batısının değil bireyin sesini duyurmaya çalışarak özelden genele doğru yapıcı bir yol çizdiğini söylüyor. Sait Faik ise bu konu hakkında Anadolu’yu anlatacak, öyküleyecek düzeyde yaşanmışlığa sahip olmadığını belirtiyor. Sizce Anadolu dediğimiz coğrafya duygu, düşünce ve kimlik olarak nerede başlayıp nerede biter? Sait Faik’in “İpekli Mendil”, “Semaver” ve daha pek çok öyküsünde anlattığı insanlar da Anadolulu değil miydiler?
M.M.: Sait Faik toplumcuydu. İnsanları sever, onları dinlerdi. “Anadolu’yu anlatmadı, unuttu” diyenler Anadolu’yu sadece İç Anadolu’nun batısından ibaret sananlardır. Oysa İzmir de Anadolu’dur. Burgaz’daki balıkçılar da. Sait Faik insana değer veren biriydi. İnsanı seven, onları anlatan bir yazar elbette toplumcu olacaktır. Şiirde mana önemlidir. 1957 senesinde burada (Ankara’da) bir şiir gecesi düzenlenmişti. İlhan Berk de oradaydı. “Şiirde mana aranmaz; anlam peşinde koşacağıma kaldırımdan geçen bir kadının gözlerini yazarım daha iyi” diyordu. 2.Yeni şiiri, demokrat partinin diktatörlüğünün sindirdiği bazı şairlerin genel olarak anlamsız ve boşuna şiirler yazdığı bir akımdı. Menderes hükümeti büyük bir baskı ve sansür ortamı ile toplumu yönetmeye çalışıyordu. Aydınlar da söylemek istediklerini açık açık yazamadıklarından anlamsız ve toplumun sorunlarına değinmeyen eserler verdiler. Oysa aydınların topluma karşı bazı ödevleri vardır. İçinde yaşadığınız topluma sırtınızı dönüp gidemezsiniz. Kapınızın önünde insanlar boğazlanırken siz kuşlardan, böceklerden, sokakta salına salına yürüyen hanımlardan bahsederseniz, samimi olamazsınız.
T.D.: Sait Faik ile ilk defa nasıl tanıştınız? Bize o günü anlatabilir misiniz?
M.M.: Cumhuriyet gazetesi benden yazı istemişti. Bu sebeple Cağaloğlu’ndaki meserret kıraathanesinin üstündeki otelde kalıyordum. Kapım çalındı. Bir de baktım ki Sait. O güne kadar şahsen görmemiştim ama fotoğraflarından tanıyordum. Yaşar Nabi’ye uğramış ama bulamamış. Benim burada olduğumu da biri söylemiş ona. İçeri buyur ettim. Sigara içmek istedi. Küllük bulamadık. Sait sigara içerken çarşafı yaktı. Sonra hafif bir kızgınlıkla “görürsün bak yarın en az iki tane küllük koyarlar buraya” dedi. Haklıydı aslında. Bu memlekette yanan yandıktan sonra ateşe su taşıyan çok oluyor. Sait Faik birinci sınıf bir hikâyeciydi. İçi insan sevgisi ile doluydu.
7 Nisan 2014, Ankara